“Sus be adam” dedim “Sabret, her aklına geleni demek zorunda değilsin.” Bazen kırıp döktüm, yıkıp yerle bir ettim. Gördüğümü, bildiğimi ve ne düşünmüşsem hepsini söyledim.

Söylediğim her söz, yürüdüğüm yol, o yolda yoldaşım; beni anlatsın istedim. O gülüşler, hüzünler, ettiğim küfürler, o duruş ve o gidişlerin hepsi beni anlatıyor…

Doğrusu bu muydu bilmiyorum. Ama yaptığım hep bu oldu.

Şimdi hiçbir işe yaramadığını görüp; “değer miydi” diye; geçte olsa kendime soruyorum.

Bir doluya aktım, bir boşa. Bir doluya, bir boşa…

Demesem olmazdı…

Olmadı.

Huylu hundan vazgeçmiyor.

Yine o bildiğini okuyan hallerimle başım belada…

Şeytan da; dünyada başka hiç kimse kalmamış gibi olur olmaz dürtmekte, görmem için elinden geleni ardına koymamakta; “parmağım kör gözüne” diyip uzatmakta…

Gördüm…

Ne “sevgi” dedikleri sevgiydi, ne “nezaket” dedikleri nezaket… O incelik dedikleri hep acıtan kendini bilmez aymazlıktı.

En son görüp gösterdiğim ardımda, çıktım onuncu köyün yoluna.

Yalnızlığıma gidiyorum…

O herkesin, her şeyin önünde diz çöken insan, en son gerçeğin önünde diz çöküyor…

Gün ışıyor, küs çiçeğinde üşümüş sabahın çiğ tensi, sevinç ve telaş. Günü bölen kırılmış zeytin dalı, eğilen durulan kuş sesleri.

Uzak dağlara, yollara değen avazım; “Mademki bir kez daha mağlubuyuz kavganın” diyip; uzanıp alıyorum, Şeyhim Bedrettin’in  elinden, bağrıma basmak için mührü…

Hasan KAYA

27 Ağustos 2012 Pazartesi