.: Ağzı ile kuş tutsa nafile

Ne zaman haberleri izlesem gerilmiş, ellerimi yumruk yapmış sıkarken yakalıyorum kendimi.

Spiker yapmacık, birazda zorlanarak yakaladığı hüzünlü bir sesle, kaçırılmış bir çocuk haberi okuyor. İşkence yapılmış, boğulmuş, yakılarak bırakılmış.

Küçük bir kız çocuğunun ekranın sağ üst köşesinde gülen bir fotoğrafı; annesi “o daha çok küçük” diye ağlıyor…

Katili merak ediyorum. “Kim bilir ne çirkin, ne suratsız biridir” diye geçiyor aklımdan.

Hayır, öyle çıkmıyor; temiz yüzlü yakışıklı bir genç adam…

Bu nasıl oluyor. Hani bütün kötü adamlar, çirkin olurdu. Hani onların kötülüğü suratından okunurdu. Gerçek hayatta öyle olmuyor işte… Yeşilçam Filmleri’nin hiçbir karesine benzemiyor gerçek hayatın kareleri.

Nasıl bir dünyada yaşıyoruz, nasıl bir ülke oldu burası diye düşünmeye fırsat kalmadan o çıkıyor. Uzun bir zamandır böyle. Haber bültenleri onunla başlayıp onunla kapanıyor, yaşamımızın, her şeyimizin içinde, her şeyimize karışıyor.

Kürsüden bağırıyor.

Yine o buyurgan ses tonu, o herkese ve her şeye tepeden bakış “ben bilirim” ifadesi. İtici geliyor bana her sözü, her mimiği kullandığı her jesti.

“Sevemedin şu adamı” diyorum kendi kendime. “Nesini seveyim” diyip kestirip atmadan, gerçekten sevilecek bir yanını bulabilir miyim diye düşünüyorum.

Bir ara herkesin demokratlık payesi vermek için bir biriyle yarıştığında dahi uzak durduğum aklıma gelince “geç kaldım artık” diyerek düşünmeyi, sevilecek bir yanını aramayı bırakıyorum.

İşin doğrusu, ne kadar uğraşırsam uğraşıyım bulma şansım yok. Kendimi biliyorum. Baştan sevmemişsem bir insanı, yıldızım barışmaya yanaşmıyor, sevemiyorum.

Bu çoğuna önyargı gibi gelebilir, ama değil.

Başka mahallelerin çocuklarıyız biz. Farklı kültürel kotlarımız var. Kendini bizim mahalleye ne kadar sevimli göstermeye çalışırsa çalışsın bunu becerme şansı yok.

Beceremiyor da…

İnanmadığınız, sevmediğiniz hiç kimseye kendinizi sevdiremezsiniz. Bu mümkün değil. Bütün güzel sözler, kendinizce gösterdiğiniz iyi niyet, bir yerden sonra boşuna bir çaba olur.

İnandığınız kadar inandırır, sevdiğiniz kadar sevilirsiniz. Ondan ötesi mümkün değil.

Üstelik bir insana kendinizi sevdirmeniz, söylediğiniz sözler, yaptığınız günü birlik işlerle değil, iç dünyanızda onu koyduğunuz yerle belirlenir. Kişiyi iç dünyanızda koyduğunuz yeri saklama şansınız da yoktur. Hiçbir güzel söz, hiçbir iyi niyetli davranış, iç dünyanızda o koyduğunuz yeri saklamaya yetmez. O bir satır arasında, bir el hareketinde, bir kaş indirmede, ya da bir dudak kıvırmada kendini dışa vurur, sizi ele verir.

O da bundan kurtulamıyor. Saklayamıyor iç dünyasında beni ve bizim mahallenin ahalisini koyduğu yeri.

Sesinin renginde yakalıyorum, o akan timsah gözyaşlarında, o hain, kindar bakışlarında yakalıyorum.

Ağzı ile kuş tutsa nafile, sevdiremiyor kendini bana ve bizim mahalleye…

Hasan KAYA

02 Mayıs 2014 Cuma