Ortadoğu’da neler oluyor sorusu Türkiye’den değerlendirmeye alındığında hep havada kalır. Söylenen bütün sözler, kıza zaman içinde bütün değerini yitirir. Çünkü etnik ve mezhepsel bakışlar bu coğrafyanın değerlendirilmesinde hep öne çıkar, gerçekler gözden hızla yitirilir.

Geçtiğimiz yüzyılın başında bölgenin zengin petrol rezervine sahip olduğu bilindikten hemen sonra değişen kaderi, fosil yakıtların yaygın kullanımıyla bölge üzerindeki emperyalist hesaplarla, değişmez bir alın yazısına dönüştü.

Bölge halklarının barış içinde birlikte yaşamasını sağlayacak bölgesel devrimci güçler hep cılız kalarak tarihsel misyonlarından uzak kalırken, batılı emperyalist güçlerin, petrol üzerinden yaptığı hesaplarda bölgenin egemen güçleri emperyalizmin yerel ayağı olarak iş başında kalarak bölgenin kaderini belirleyen oldular.

Bölge halkları, bölgedeki oynanan kanlı oyunda acı çeken kesim olmaktan hiç kurtulmadı. Türkiye kendini Ortadoğu’nun dışında görüp göstermiş olsa da; bu kanlı oyundan payına düşeni fazlasıyla aldı. Özelikle son otuz kırk yıldır süren kanlı bir süreçten geçerek sözü geçen acılıları fazlasıyla yaşadı ve yaşamaya devam ediyor…

Küresel sermayenin özelikle 1980 sonrası ulaştığı sermaye yoğunluğu ve giderek merkezileşmesiyle ulaştığı yeni düzeyle, bütün dünyayı kendi doğal pazarına dönüştürdü. Sermayenin küreselleşen karakterine uygun düşen, üretim ve tüketimin küreselleşmesi doğal olarak siyasal, sosyal ve kültürel hayatın buna uygun yeniden şekillenmesini de zorunlu kılmadan edemezdi.

Burada özenle altı çizilmesi gereken nokta yaşanan bütün bu değişiminin geleneği örselemeden yapıldığı, yer yer ondan beslendiğidir.

Küresel sermaye ulaştığı yoğunlukla ulusal devletlerin, sınırlarını en azından sermaye hareketleri açısından gereksiz ve anlamsız kılarken ulusal devletleri çözülme sürecine sokuyor. Ulusal devletlerin bu çözülme sürecine direndiği yerlerde, Yugoslavya örneğinde olduğu gibi; etnik milliyetçiliğin gündeme gelmesi ve baştan özgürlüğü, bağımsızlığı ipotek altına alınmış daha küçük, güçsüz ulusal devletler kurulmasıyla sonuçlanabiliyor.

Geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran ulusal hareketlerin anti-emperyalist kalkışmaları, emek cephesiyle yakınlığı, çoğu kez birlikte hareketi, günümüzde küresel sermayenin denetiminde bir harekete dönüşmüş durumda. Küresel sermayenin dünya üzerindeki sömürüsüne hizmet eden düzeyde kalan ve varlığını asla tehdit etmeyen bu ulusal kalkışmalar hızla devrimci karakterini yitirmiş gözüküyor.

Bunda kuşkusuz emek cephesinin 1980 sonrası zayıflamasının da payı var. Güç kaybeden sınıf hareketi ve sosyalist güçlerin, ulusal hareketleri etkilemesi, yönlendirmesi bu koşullarda eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Günümüzde olduğu gibi, önümüzdeki dönmede uzunca bir süre daha; ulusal hareketlerin emperyalist küresel sermayenin denetiminde/yedeğinde gelişen hareketler olacağını kabul etmek zorundayız. Bundan daha da acı olan, solun, sosyalist güçlerin yaşadığı kafa karışıklığıyla etnik milliyetçilikle şekillenen bu ulusal hareketlerin yedeğine düşmesi ve böylece dolaylıda olsa emperyalist küresel sermayenin amaçlarına hizmet ediyor olmasıdır.

Küresel sermaye, elbette salt etnik milliyetçiliği kullanmakla kalmıyor, etnik milliyetçiliğin kullanılmasının olanağının olmadığı yerde dinsel, mezhepsel kimlikleri kullanarak hedeflerine ulaşmanın yolunu deniyor. Özellikle Ortadoğu’da etnik kimlikleri kullanabildiği alanlarda etnik milliyetçiliği, dini kullanabildiği her yerde de dini kullanıyor.

Bunda başarılı da oluyor.

Hepsi kanlı çatışmalarla son bulan bu kışkırtmalar halklar arsında yakınlaşmayı, emek cephesinin yeninden kurulmasının zeminini giderek zorlaştırırken sömürünün her anlamda önünü açıyor.

Acıları büyütüyor…

Hasan KAYA
1 Nisan 2016 Cuma