.: Eren Derdiyok; başarının bedeli…

Mayıs ortası İsviçre hala serin, arkadaşlarla buluştukça ısınıyoruz. Erkan ile buluşma, hayatı o ciddiye almama, biraz bohem, biraz anarşist yanından sarılma hemen bana da bulaşıyor. Bütün bir öğleden sonrasını birlikte geçiriyoruz. Hep eskiden konuşuyoruz. İlk tanışma, birlikte çıkardığımız Haber Gazetesi, geçen yıllar…

Bir gün sonra Sabri ile kucaklaşıp ısıtıyorum yüreğimi…

Sabri Herkesin yakından bildiği Eren Derdiyok’un babası. Eren’in davetlisi olarak İsviçre Almanya Ulusal takımlarının hazırlık maçını izleme daveti alıyorum. Hiç duraksamadan kabul ediyorum…

O elimizde büyüyen haylaz çocuğu sahada izleyeceğim için mutluyum.

Basel, St Jakop Stadında kalabalıklar içinde kaybolup yerlerimizi buluyor, oturuyoruz.

Eren, en arkada elini tutuğu küçük bir çocukla giriyor sahaya. Takım kaptanı Gökan İnler, en önde. Demir’in oğlu… Alman Ulusal takımında bir başka Türkiyeli; Mesut Özdil. Az sonra hakemin düdüğü ile maç başlayacak.

Garip duygular içindeyim. Kabul etmeliyim ki biraz da şaşkınım. Milliyetçi önyargılarla dışlanan, ötekileştirilen göçmenlerin çocukları, milliyetçi gururları okşamak için az sonra sahada başarı için ter dökecekler.

Herkesin favorisi Almanya; “Top yuvarlak” diyorum İsviçre’nin kazanma ihtimalinin olduğunu da dışlamayarak. Ama kendim dahi inanmıyorum söylediğime.

Gülüşüyoruz.

Oyuna bakınca İsviçre ulusal takımı hiç de fena oynamıyor bize. Almanya bildiğimiz oyununu bir türlü tutturamıyor, baskı kuramıyor…

Ve ilk gol geliyor sevinçten havalardayız. Golü atan Eren. Ardından bir kafa gölü ve bir tane daha…

Bizim maçla ilgimiz ne kadar, dışarıdan bakan ne der bilmiyorum. Bizim gözümüz Eren’de… Babası ile kendimizce maç yorumu yapıyoruz. Durduğu yeri konuşuyoruz. Hep de anlaşamıyoruz.

Benim doğru yerde dediğime Sabri “yok az ilerde, az geride olsa daha iyi olur” diye itiraz ediyor. Onun dediğine de; ben katılmıyorum. Bir an kendimizi bol keseden atan televizyon yorumcuları gibi duyumsuyorum…

“Senle ben de çok biliyoruz bu işi” diyorum gülüşüyoruz…

Aslında Eren’in saha içinde durduğu yer artık hiç önemli değil. Üç gol atmış devleşmiş bir oyuncu o bizim için. Gerçi hiç gol atmasa da bizim gönlümüz ondan yana…

Maç sonrası evdeyiz. Geç saatlere doğru, Eren de katılıyor bize. Sevinçli mutlu. Parmak uçlarına kalkıp yanaklarını öpüyor tebrik ediyorum. Bir zamanlar havalara atıp “Hopacık” yaptığımız o çocuk şimdi koca bir delikanlı.

Maçtan, saha içinde olanları dinliyoruz; sahanın en başarılı oyuncusundan. Harika bir sonuçla bitmişti maç. En azından benim için, İsviçre’nin 56 yıl sonra Almanya’yı 5: 3 yenmiş olmasının payı hiç yoktu bunda.

Eren’in üç gol atmış olması bize yetiyordu…

Eren’e hakkında çıkan haberleri soruyorum. Gülüyor. O gazetecileri, internet sayfalarını hiç görmediğini, bilmediğini söylüyor. Yüz ifadesinden anlayamıyorum. Eğlenceli bulmak ile aldırmazlık arasında gidip geliyor. Ama daha çok aldırmaz…

Anlıyorum ki; Eren bu konuda konuşmak istemiyor. Biraz gençliğin verdiği o fütursuzluk, biraz da başarının doğası gereği ödenecek bedel olarak görüp, kabullenme var bu aldırmazlıkta…

Hasan KAYA