Gece soğuk ve karanlık, ellerim üşüyor. Ne zamandı, bilmiyorum. Biraz önce demek geliyor içimden, kapıyı çektim, çıktım arkamda pervazda kapının tok sesi…
Bir düşten kaçıyorum, uykularımı bölen. Kaç gündür sıcak oda, sıcak yatak; başımı yastığa koyar koymaz sokulup, koynuma giriyor, geceyi bana dar ve zor ediyor.
Gecenin yırtılmış yüzü dipsiz, karanlık bir uçurum, sonsuz bir boşluk, düşüyorum tutanım yok.
Düşüyorum…
Ellerim üşüyor şehrin avuçlarında, şehirle geceden karanlık. Gözlerim karanlığı içiyor, yüzüm karanlıklarda kaybolmuş bir coğrafya, Sokak lambaları puslu bir yalnızlığı çoğaltıyor… Evler dar sokaklarda karşı karşıya, bir birinin yüzüne bakmaya utanıyor. Balkonlarda soğuk, yazdan kalma solmuş çiçekler. Üşümüş perdeleri çekilmiş, susuyor pencereler.
Üşüyen bir çocuk ağlıyor her evde. Her evde ağlayan aynı çocuk… Bir çocuk bütün şehir… Bir çığlık…
Eylül gözleri çocuk, sesi eylül…
Nerede gördüm ben; o Eylül sesli çocuğu, nerede saçını okşadım, gülüşünü sevdim…
Bir tatil kasabasında, denize girerken, elde kova, plastik kürek, kumdan kaleler mi kuruyorduk; yıkıp yıkıp yeni baştan kurarak…
İstiklal’de bir dar sokak arasından çıkıp gelen kız mıydı, elide kağıt mendil, saçlarında kırık toka…
“Evsizler” diyordu bir arkadaş; yüksek, sıcak bar sandalyesi üzerine tünemiş. “görüldükleri yerde belediyeye bildirilmeli, yoksa donarak ölebilirler bu soğuklarda.”
Düşüyor tanrı tanımaz sol yanım, ellerim üşüyor önce, yanıyor parmak uçlarım ateşe değmiş gibi sızlayarak.
Sonra yüreğime düşüyor bir kıvılcım tutuşuyor yüreğim eğreti…
Orda uzak bir köy hiç gitmediğim, bir şehir hiç görmediğim, bir teneke soba sıcağına hasret susan kızlar oğlanlar. Birinin adı Berfin, diğeri Dilan öbürü Baran…
Düşecek gibi oluyorum, üşümüş sokak köpekleri hep bir ağızdan havlıyorlar uzak durup. Toparlanıp dikiliyorum üşümüş bir sokak kedisi gibi korkak.
Ben onlardan korkuyorum, onlar benden…
“Sürmeli bu itleri Hayırsıza” diye geçiyor bir anda aklımdan, utanıyorum kendimden, bütün köpeklerden özür dilemeye hazır.
Bir daha o ses, bir daha Eylül çocuk.
Sen yoksun, sesimde buz tutmuş sokaklar, siyah buzdan cam kırıkları bir gece…
Sen yoksun…
İşte bu; Eylül çocuk; yalanla kurulun, kurduğumuz dünya. İşte bu; her şeyin alınıp satılır olduğu gelişen ekonomi ileri demokrasi…
İşte bu; karşımızda duran, çırılçıplak üşüyen yeni Türkiye…
Hasan KAYA
15 Aralık 2010 Çarşamba