.: Korkak kalemler…

Neden olmasın ki; kalemin de korkağı olur, elinize aldığınızda terler, titrer, bir an için eliniz mi, kalem mi korkan anlayamazsınız.

Daha kimseler sormadan, kalem demek işinize gelir.

O saat, hangi kalemi elinize alsanız titrer, elinizi titretir. Ve siz gelin, isterseniz buna hayatın garip bir cilvesi deyin, hiç fark etmez. İşte o cilveli saate elinizi nereye atsanız hep o korkak kalemler gelir elinize ve onlara hiçbir güç tek bir satır yazdıramaz.

O son gayrete hiç gerek yok.

Nafile…

Yazmaya çalıştığınızda göreceksiniz; o kalemlerin ya mürekkebi tükenmiş, ya da ucu körelmiştir.

Peki, ne zaman korkar kalem?

Şimdi soruyu kendime sorduğumda, hayret ederek, çok da bir fikrimin olmadığını görüyorum. Bunda utanacak, sıkılacak bir yan yok tabi ki; insan yaşadığından biliyor, ne biliyorsa.

Bir alakası var mı bilmiyorum, ama bu işte bana ilginç geleni hemen söyleyeyim size.

O kalemler var ya, o kalemler… hep de, onları tutan elin çıkarının ters yüz olacağı zaman korkmaya, körelmeye başlarlar.

Siz şimdi lafı nereye getireceğimi bulduğunuzu, şu iktidardan yana; yazan çizenlerin, kalemlerinin körlüğünden, korkaklığından söz edeceğimi bekliyorsunuz. O değilse, ülkede faşizmin ayak sesleri ayyuka çıkmışken, hala demokrasi diye yazanların, ileri demokrasi diyenlerin korkak kalemlerinden söz edeceğimi bekliyorsunuz.

Yok, onları yazmayacağım.

Tabuları önünde, günde beş vakit eğilip bükülenlerin korkaklığı da ilgi alanımın dışında kalıyor.

Köşe başlarını tutanlar, köşeleri dönenler, öteden beri vatan millet edebiyatı yapanların ne kadar korkak kalemleri olduğunu yazmak niyetinde de değilim.

Bana ne bunlardan demiyorum elbette, ama bunların hepsi, eğrisini doğrusunu yazmadan edemeyen tarihin konusu.

O, her bir şeyi hakkınca yazacak.

Üstelik korkanı kahraman, kahramanı korkak yapmadan, hırsıza hırsız, arsıza arsız diyerek. Cellatları, cellatların elindeki mazlum kanını atlamadan, saraylardan, köprülerden, gidilen yollardan söz edecek. Oturup her geleni alkışlayanları, eğilip bükülenleri, yol verenleri de yazacak…

Benim derdim başka.

Kalemimin boyundan posundan hiç şikâyetim yok, sivri ucundan da öyle, ama ne zaman elime alsam; “Ben” diye söze başlasam huzursuzlanır, elimi terletir, titretir.

Hiç de haksız değil elbette.

Orada çocuklar vurulurken, kadınlar dövülürken sokak ortasında, turnalar ateşle semaha kalkmışken ve bir dil yasaklı sürgün susarken en ücramızda; insanın “ben” demekten başka derdi de olmalı…

Hasan KAYA
04 Şubat 2015 Çarşamba