.: Memleket Saati

Salvador Dalí

Sabahtan beri dolanıyoruz. Şehrin en görülesi yerlerini gösteriyor bana. Dar sokaklar, geniş caddeler kiliseler, müzeler ve Parlâmento meydanı. İstanbul’la kıyaslıyorum ne sevebiliyorum ne de beğendiğimi söylüyorum. Yeni bir şeyleri görmenin doyurulamaz açlığını bastırıp heyecanlanıyorum sadece.

“Yoruldum.” Diyorum, bezgin bir sesle.

“Kahve içelim” deyip bir Kafeteryaya doğru yöneldi.

Oturur oturmaz tepemizde bitiyor garson. Ceketini çıkarıp sandalyenin arkalığına asarken “Kaffe” dedi.

Ben demli bir çayı yeğlerdim. Garsona “Çay” diyecektim ki birden ayıkıp vazgeçtim. Sahaflarda eski kitaplar arasında gezdiğim günler sonrası; Çınar Altın da ince belli bardaklardan içtiğimiz çaya benzemez buralarda çay içmek. Koca bardaklarda salma çay, çay değil ki.

“Ban da kahve” dedim.  Konuşuyoruz. Gözü kol saatimde “Saatin bozulmuş” diyecek oldu. Gülümsedim. “Yok” dedim “O memleket saatini gösterir hep.” Anlamadı, anlamasını da beklemedim. Nasıl anlatabileceğimi düşündüm bir an.

Nasıl anlatsam bilmiyorum ki.

“Kolumdaki bu saat” dedim. “Ben dünyanın neresinde olursam olayım Memleket saatini gösterir.”

Hiç bir şey, ama hiç bir şey anlamadığını gözlerinden okuyorum. Nazım gibi memleketi özlemenin, Veysel gibi toprağı sevmenin ne olduğunu anlatmak zor.

Hiç sevmemişse insan Kerem gibi, ağlamamışsa ağıt ağıt türkülerle ve hiç gülmemişse Hoca Nasrettin gibi, Anlatması da zor, anlaması da…

Saatimi gösterip “Bak” diyorum. Şimdi saat 17.30 gün batı batacak İstanbul da. Annem, balkonda konserve kutularında büyüttüğü çiçekler içinde en narini. Elinde dantel, memleket özlemi gibi bir özlem, yüreğine işlediği oğul özlemi…

Ve iş çıkışıdır, yollar kalabalık, yollar insan seli İstanbul da. Ankara da ise çoktan indi akşam.

Ben bu saatle her saat memlekete gider gelirim, yorgunluğum bunandan anlıyor musun?

Anlamadığını haykırıyor gözleri. Susuyor çığlık çığlığa. Ben ise anlatamayacağımın çaresizliğinde dalıp uzak yalnızlıklara, susuyorum…

Hasan KAYA
Balsthal, 16 Şubat 2002 Cumartesi