Kurumuş vişne ağacının dallarında kuş sesi, bir durup bir esen rüzgâr, yeşil mavi uzak dallarımda narçiçeği rengi, bir sabaha uyandım.

Bir güzel kahvaltı ettim, gittim denize taş attım. Ayak üstü sohbetlerin kıyısından geçtim. Bildik sözler, bildik söz dizileri, bildik yanıtları bekledim, dinledim, sustum.

Dizeleri ile şairler geçiyor sabahın içinden… “hürlüğün barışın sevginin aşkına” Cemal Süreya’nın koluna girmiş, denize atığı sigarayla yanıyor sabaha kadar yüreğim.

Uzaklarıma gidiyorum gelmesi zor.

Bunu da yazayım dediğim: az ötemizde gelip duran, ceplerine doldurduğu taşları çıkarıp yoldan uzak, duvar dibinde tembel uzanmış yatan sokak köpeklerine atan kadın giriyor sabahın kadrajına.

Kim bilir, böyle yenemediğimiz, kaçtığımız, sorumlusu başkalarını yaptığımız kaç korkumuz var. Her korkumuz için cebimizde bir taş gezdirdiğimiz için mi böyle ağırız kendimize?

Daha fazla görmek, bilmek, düşünmek istemiyorum. Arkamı dönüyorum, denizle yüz yüze geliyoruz. Denize dalıyorum mavi yeşil, üstüm başım deniz…

Hasan KAYA 
03 Ocak 2014 Cuma