Nereden nereye…

Türkiye, her şeye rağmen iyi kötü seçim yapabilen bir ülkeydi. Belki tam demokratik bir ülke hiç olmadı. Ama en azından seçim yapabilen bir demokrasisi vardı.

Şimdi seçim dahi yapamıyor.

Yapılan seçimler tartışmalı, şaibeli…

Ne büyük bir gelişme değil mi?

İlginç olan, en çok demokrasiden, ileri demokrasiden söz edilen bir dönemde bu hale geldi ülke.

AKP ile 15 yılda olumlu sayılabilecek bütün vasıflarını hızla kaybetti. Seçim dahi yapamayan bir ülke oldu çıktı.

Referandum süreci ve sonrası bu değişim iyice açığa çıktı.

İktidarın siyasal kurumlar, siyasi bir parti tarafından kullanıldığını gösteren hiçbir emare yok. Zira siyasi kurumlar ve siyasal partiler yasal zeminde kalır ve/veya kaldığını gösterir bir yaklaşım içinde olur.

Son referandum oylamasında, yasaların en azından göstermelik uygulandığını dahi görmüyoruz. Her şeyin bir oldu bitti ile hal edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Atı alıp Üsküdar’a geçenin haklı olduğunun dayatıldığı bir hukuksuzluk yaşanıyor.

Yasal zeminden bu kadar uzaklaşan güçlerin siyasal kurumlar olarak tanımlanması mümkün değil. Başka bir söylemle, bu mevcut durum, AKP’nin bir siyasal parti olarak kabulünü zorlaştırıyor.

Bunu tek başına AKP’nin suçu, günahı olarak görmek elbette yanlış olur.

Bunda CHP’nin payı da az değil.

Kürt gerçeğini görmekten kaçan, Kürtleri her seferinde güvenlikçi politikalarla islah etme yolunu seçen anlayışı da etkili oldu.

Oysa referandumda olduğu gibi Kürtler demokrasi cephesinin, AKP karşı mücadele etmenin en uygun bileşeni olabilir, AKP’nin ülkeyi sürüklemek istediği bu çıkmaza girmesi engellenebilirdi.

CHP zaman zamanda Kürt siyasal hareketi, AKP’nin oyununa geldi.

Muhalefetin bütünlüklü bir yapı sergilemesini sürekli engelledi. Kendi aralarında bir araya gelişlerini engellemeyi başardı. Ancak kendisi gerektiğinde muhalefetin değişik kesimleri ile birlikte hareket etmede bir sakınca görmedi.

Çözüm sürecinde HDP, referandum sürecinde ise MHP ile kol kola girmekte hiç bir sakınca görmedi.