.: Not Defterinde Kalanlar

Eskiden, kareli defterler alırdım. Kapağına “Karalama Defteri” diye yazar başlangıç tarihi atar, elimin altında tutardım. Yıllar içinde birçok defterim oldu, aklıma geleni yazdığım, notlar aldığım…

Çok sürmez, defterde yazılacak yer kalmazdı. Bitiş tarihi atar ve elimin altında bir zaman daha tutardım. Bir zaman sonra elimde iyice yıpranmış ve boşaltılmış olarak kaldırıp bir çekmeceye koyardım.  Şimdi kitaplar arasında bir rafta yan yana, bir birine yaslanmış; elime almamı bekliyorlar.

Yaşadığımın tanığı bu defterlerde neler yok ki… En azından yaşamımın bir dönemi, her gününü, saati, değilse de; aklımdan geçen her düşünce, günahkâr, masum fikir daha söylenmeden, henüz hepsi karalama halinde iken defterlere girmiş…

Bugünlerde bu defterler eline geçerse diye telaşlanıyorum…

Evet, komik ama öyle…

Beklide yenilerini görmek isteyeceksin. Onlarda senli satırları bulmak, okumak isteyeceksin…

Biliyorsun, bilgisayar yaşamımıza girdikçe birçok alışkanlığı tahtından etti. Şimdilerde kimse bir birine mektup yazmıyor, kartpostal göndermiyor… Farkındaysan ben de sana mektup yazmadım, kartpostal atmadım hiç. Muhtemeldir kalın kapaklı bir fotoğraf albümümüz de olmayacak…

Artık her şey dijital ortamda saklanıyor. Mektupların yerini kısa mesajlar, e-postalar aldı.

Kareli defter alıp “Karalama Defterleri” olarak kullananda kalmamıştır.

Her şey için bilgisayarda bir dosya açıyoruz artık.

Ben de daha çok bilgisayarla yazıyorum. Ancak karalama defteri olmadan bir şeyler yazmak zor, hata imkânsız. İnsan yazıp, silerek yazacağını buluyor. Ya da ben öyle yapıyorum… Bu bir yöntem değil elbet; daha çok bir alışkanlık…

“Karalama Defteri” adını verdiğim dosyada yazmaya çalışıp yarıda bıraktığım yazılar, öyküler, şiir ve denemeler, okuduğum kitaplardan aldığım notlar, alıntılar. Gazete haberleri, köşe yazarlarımızdan inciler…

Bazen defterin sayfalarında dolaşırken bir öykü, bir deneme veya bir köşe yazısı için yeterli malzeme veya bir başlangıç için ipucu buluyor kolları sıvıyorum…

Gerçi biraz karışık içinden çıkılmaz gibi gözüküyor, iç içe, alt alta içinden çıkılmaz gibi duruyor ilk bakışta… Ama henüz yolumu kaybetmedim, istediğimi, aradığımı buldum, beklide o bana verdi… Bu yüzden böyle biraz dağınık, karman çorman sürecek gibi…

Karalama defterine düşülecek bu günün en önemli notu: “Dışişleri Bakanın açıklaması; Seyrüsefer… İsrail ile ipler iyice gerildi. Bu bir savaş durumun ilanı. Savaşın kendi değil ama savaşa hazırız mesajı…”

Çok daha yukarılarda bir yerde olacaktı; Kürtlere karşı da bir savaş ilanı vardı; Başbakanın ağzından; Ramazan’ın ardı bayram değil savaş diyen, savaşı çağrıştıran sözdü…

Ama arada başka notlar aradığımı hemen bulamıyorum. Bir öykü girişi, kısa notlar, başı sonu olmayan dizeler…

Gözüme ilişiyor aldığım bir not; “Basında bir zamanlar asker postalı parlatanlar, hazır olda duranlar vardı. Şimdikiler, üç salla bir bağla, cumadan önce cumada… Onlar demokratı, bunlar ileri demokrat…”

Bak bunu sana yazmışım:

“Gözlerinin rengi diyorum. Sanki hiç bakmamış, hiç içine durmamış gibi uzak, Susuyorum gözlerine, suda yüzüm su…”

Anıları çağırıyor satırlar, anıları dürtüp uyandırıyor. Her gülüşünle gözlerinin içinin ışıdığını anımsıyorum.

Sonra radyoda çalan, dinlediğimiz her türkünün ezgisiyle gelip gözlerinin kıyısına ilişen o hüzün, o yaralı kuş sessizliği hiç gözümden kaçmadı…

Hayat her şeyi ile iç içe yaşanıyor. Sevgili yurdum ve sen… Dünya ve sen… Biri diğerinin önüne geçemiyor, sıradan ön kapma telaşı yaşamıyor hiç biri. Sıralı sırasız, iç içe her şey… Hangisi daha önemli, daha öncelikli istesem de sıraya sokamıyorum…

İçi boş, kulağa hoş gelen beylik laftır o; “Önce vatan” demeler. Çünkü vatan bazen bir yardır kollarına koştuğumuz, sarıldığımız…

Aç kollarını sevgili yurdum, sana geliyorum…

 

Hasan KAYA