Tarih, yalnızca geçmişin artıkları arasından anlam devşiren bir disiplin değildir; toplumların maddi örgütlenmesinin izlerini, bilinç biçimlerinin dönüşümünü ve insanın kendi yaşamını üretirken nasıl dönüştüğünü kavramaya yarayan bir yöntemsel alan olarak da görülmelidir. Marx’ın tarihsel materyalizm anlayışı tam da bu nedenle, insanlık tarihini üretim faaliyetinin yarattığı toplumsal ilişkiler bütünü üzerinden çözümler. Bu perspektife göre tarih, insanların bilinçlerinin değil, maddi yaşamlarını üretirken kurdukları ilişkilerin ürünüdür. Marx’ın ünlü deyişiyle: “İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, toplumsal varlıklarıdır.” Bu cümle, tarihe dair yapılabilecek her bilimsel kavrayışın başlangıç noktasıdır; çünkü üretim güçlerinin gelişme düzeyi ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkiler, yalnızca ekonomik sistemi değil, aynı zamanda hukuk, siyaset, din ve kültür gibi üstyapı formlarını da belirler.

Bu bağlamda Göbeklitepe örneği, tarihsel materyalizmin açıklayıcı gücünü anlamak açısından kritik bir tartışma alanı sunar. Çünkü Göbeklitepe, yalnızca arkeolojik bir yapı değil; aynı zamanda tarih teorilerinin, toplumsal açıklama modellerinin ve ideolojik varsayımların birbiriyle çatıştığı bir kavşak noktasıdır. Bu mekâna ilişkin yorumlar arasında Abdullah Öcalan’ın yaklaşımı, tarihsel materyalizmin yöntemiyle derin bir gerilim taşır. Öcalan, Göbeklitepe’yi üretim ilişkilerinden ve emek süreçlerinden bağımsız bir “zihniyet devrimi”nin ürünü olarak kodlar. Ona göre bu mekân, “ana-tanrıça kültürünün son direnişi”nin, “uygarlık öncesi ahlaki-politik toplumun” ve “manevi bir atılımın maddi tezahürü”nün temsilcisidir. Böylesi bir yaklaşımda tarihsel süreçler, maddi temelden değil, sembolik formlardan ve normatif ideallerden türetilir. Oysa Marx’ın yönteminin merkezinde bambaşka bir ilke vardır: üretim tarzı, toplumun tarihsel karakterini belirleyen temel eksendir. Marx, Alman İdeolojisi’nde bu bağıntıyı şöyle açıklar: “İnsanlar kendi yaşamlarını üretmeye başladıkları anda kendileri de farklı bir tarzda üretirler. Onların yaşam biçimleri, üretim tarzlarıdır.” Bu cümle yalnızca üretimin önemini değil, tarihsel açıklamanın ontolojik dayanağını da gösterir.

Göbeklitepe’yi maddi üretimin geri plana itildiği, sembolik bir komünal atılımın ürünü olarak yorumlamak ise tarihsel materyalizmin yöntemsel temelini tersine çevirir. Anıtsal mimarinin, karmaşık işbölümü, uzun süreli kolektif emek örgütlenmesi ve belirli düzeyde üretim fazlası olmadan inşa edilemeyeceği açıktır. Yüz tonluk dikilitaşların taşınması, oyulması, dikilmesi ve belirli bir biçimsel düzen içerisinde yerleştirilmesi, yüksek düzeyde örgütlü bir emek kolektivitesi gerektirir. Bu nedenle Göbeklitepe’nin ortaya çıkışı, üretim ilişkilerinin minimal olduğu bir “avcı-toplayıcı eşitlikçi komün” anlatısını desteklemekten çok, üretim ve emek örgütlenmesinin beklenenden daha erken karmaşıklaştığını kanıtlar. Buradaki sorun yalnızca Öcalan’ın tarih okumasının materyalist olmayan yönleri değildir; aynı zamanda Göbeklitepe’nin idealist bir tarih kurmacasının parçası hâline getirilerek, maddi temelin belirleyiciliğinin askıya alınmasıdır.

Marx’ın yöntemine göre toplumsal süreçler, ideal kategorilerden değil, maddi yaşamın üretiminden türetilmelidir. Marx, Grundrisse’de bu noktayı son derece açık biçimde vurgular: “Tüm biçimlerin eleştirisi, maddi üretim sürecinin kendisi tarafından belirlenmelidir.” Dolayısıyla Göbeklitepe’den hareketle “zihniyet, maddi üretimden önce belirleyicidir” yönünde bir sonuç çıkarmak, Marx açısından açık bir anakronizmdir. Çünkü Marx için tarihin en eski örneği, açıklamada belirleyici olduğu anlamına gelmez; belirleyici olan, üretim güçlerinin ve üretim ilişkilerinin tarihin her aşamasında aldığı özgül biçimdir. Öcalan’ın Göbeklitepe’yi kültürel-ideolojik bir köken anlatısının merkezine yerleştirmesi, böylesi bir yöntemsel bütünlüğü ihlal eder ve tarihsel süreci idealist bir soyutlama düzeyine taşır.

Bu idealizasyon yalnızca Göbeklitepe ile sınırlı değildir. Öcalan’ın genel tarih okumasında da benzer bir idealist yönelim göze çarpar. Tarihi “komün ve anti-komün” arasında geçen bir mücadele olarak yeniden kurar; tarih öncesi toplumları normatif bir eşitlik ve özgürlük alanı olarak idealize eder. Oysa Marx’ın yönteminde toplumsal değişim, sınıflar ve üretim tarzlarının evrimi arasındaki çelişkiler üzerinden açıklanır. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsözü’nde bu diyalektik hareketi şöyle ifade eder: “Üretim tarzındaki bir değişme, bütün toplumsal ilişkilerin dönüşümünü gerektirir… Toplumsal devrimler, bu çelişkilerin olgunlaşmasıyla ortaya çıkar.” Bu nedenle tarihsel dönüşüm, “zihniyet atılımları” ya da “ahlaki-politik kopuşlar” üzerinden değil; maddi üretim tarzının diyalektiği üzerinden gerçekleşir.

Öcalan’ın tarih okuması ise tam tersine, maddi ilişkilerden bağımsız bir “zihniyet devrimi” fikrine dayanır. Bu fikir, tarihsel materyalizmin eleştirel gücünü zayıflatır; çünkü toplumsal süreçleri üretim güçlerinin gelişimiyle değil, kültürel-ahlaki kategorilerle açıklar. Antropolojik bir veri olan Göbeklitepe’nin “komünal özgürlükçü zihniyetin kanıtı” olarak sunulması, bu nedenle yöntemsel bir kaymadır. Marx’ın yaklaşımı, arkeolojik bulguların anlamını üretim tarzlarının tarihsel hareketi içinde konumlandırır; kültürel sembolleri maddi temelin türevi olarak kavrar. Öcalan’ın yaklaşımı ise maddi temeli kültürel formların türevi hâline getirir; böylece tarihsel nedensellik yapısı baş aşağı çevrilir.

Bu noktada Marx’ın şu sözünü hatırlamak önemlidir: “Tarihte hiç bir şey, üretici güçlerin gelişme düzeyinden bağımsız olarak anlaşılamaz.” Göbeklitepe’nin karmaşık mimarisi, tam da bu sözün doğruluğunu kanıtlar. Çünkü burada görünen şey, kültürel biçimlerin maddi üretimden bağımsız olmadığı; aksine üretimin tarihsel gelişimiyle sıkı sıkıya bağlı olduğudur. Göbeklitepe’nin inşası, üretimin öncesi değil; bilakis üretimin belirli bir düzeye ulaştığı bir tarihsel anın ürünüdür. Bu nedenle Göbeklitepe, tarihsel materyalizmin çürütülmesi değil; tam tersine doğrulanması anlamına gelir.

Öcalan’ın tarih okumasında karşımıza çıkan temel metodolojik sorun, tarihin soyut normatif kategorilerle açıklanmasıdır. Tarihi komün ve anti-komün arasında bir mücadeleye indirgemek, üretim ilişkilerini ve sınıf çelişkilerini görünmez kılar. Marx açısından bu, bilimsel yöntemden uzaklaşmak anlamına gelir. Marx, Alman İdeolojisi’nde tarihin teleolojik ya da idealist açıklamalarını açıkça reddeder ve şunu vurgular: “Tarihin tümü gerçek bireylerin maddi üretim faaliyetinden türetilmelidir.” Bu bağlamda Öcalan’ın tarih öncesi toplumları ahlaki ölçütlerle kutsaması, tarihsel materyalizmin analitik kapasitesini sınırlandırır.

Öcalan’ın Göbeklitepe’yi, Karahantepe’yi ya da diğer arkeolojik merkezleri “kadın merkezli topluluklar ile erkek avcı kastları arasındaki mücadele” üzerinden yorumlaması da benzer bir idealizasyon üretir. Bu yaklaşım, antropolojik verileri maddi bağlamından kopararak, onları tarihsel bir değerler mücadelesinin simgeleri olarak yeniden kodlar. Oysa arkeolojik bulgular, ancak üretim güçleri ve toplumsal emek örgütlenmesi bağlamında anlaşılabilir. Marx’ın yöntemi bu nedenle eleştirel bir titizlik gerektirir: tekil olgular, tarih dışı kategorilerle genelleştirilemez; toplumsal süreçler maddi üretimin tarihsel dinamikleri içinden kavranmalıdır.

Tarihsel materyalizmin yöntemi, yalnızca üretim ilişkilerinin değil, üstyapı formlarının da maddi temelle bağıntılı olduğunu savunur. Hukuk, devlet, din, ideoloji ve kültür gibi alanlar, üretim tarzının belirlediği çelişkilerin ifadesidir. Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsözü’nde bu bağıntıyı şöyle açıklar: “Hukuki, siyasal, dinsel, sanatsal ve felsefi hayatın biçimleri, maddi üretim tarzının belirlenimi altındadır.” Göbeklitepe’yi maddi temelden bağımsız bir sembolik atılım olarak görmek ise bu bağıntıyı koparır; üstyapıyı belirleyici, altyapıyı türevsel bir konuma iter. Bu tersyüz etme, tarihsel materyalizmi yanlış konumlandırmanın somut bir örneğidir.

Sonuç olarak Göbeklitepe tartışması, tarihsel materyalizmin açıklayıcı gücünü zayıflatan değil; aksine güçlendiren bir örnek sunar. Çünkü burada ortaya çıkan karmaşık mimari, uzun süreli emek örgütlenmesi ve kolektif işbirliği, üretimin tarihsel gelişimiyle doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle Göbeklitepe, tarihsel materyalizmi çürüten değil; tam tersine doğrulayan bir arkeolojik veridir. Sorun, Göbeklitepe’nin kendisi değil; bu verinin idealist bir tarih kurgusunun içine yerleştirilmesidir.

Öcalan’ın tarih okuması bu bağlamda Marx’ın tarihsel materyalizmine teorik açıdan yaklaşmaz; aksine ondan uzaklaşır. Tarihsel süreçleri maddi üretim tarzının diyalektiği üzerinden değil, normatif-idealist kategoriler üzerinden açıklamaya çalışması, Marx’ın yöntemsel bütünlüğüyle uyuşmaz. Marx’ın kavramsal çerçevesi, toplumsal yaşamın maddi temelleriyle üstyapı formları arasındaki ilişkileri bilimsel bir yöntemle çözümlerken, Öcalan’ın yaklaşımı kültürel idealizasyonlara dayanır. Bu nedenle Öcalan’ın Marksizm’i aşma iddiası teorik olarak temelsiz kalır; Marx’ın diyalektik materyalizmini dönüştürmekten çok, onu idealist bir yoruma uyarlayan bir nitelik taşır.

Sonuçta, tarihsel materyalizm yöntemini yanlış konumlandıran şey Göbeklitepe değil; Göbeklitepe’yi idealist bir köken miti hâline getiren yorumdur. Marx’ın tarih anlayışı, maddi yaşamın üretimini tarihin motoru olarak kavrar; sembollerin, ritüellerin ve ideolojik yapılardaki değişimin açıklamasını da bu maddi temelin dinamiklerinde bulur. Bu nedenle Göbeklitepe, Marx’ın tarihsel materyalizminin değil, ona karşı geliştirilen idealist tarih yorumlarının sınırlarını görünür kılar. Tarihin gerçek açıklaması, normatif zihniyet devrimlerinde değil; üretim güçlerinin ve üretim ilişkilerinin somut tarihsel hareketinde aranmalıdır.

Hasan KAYA
11 Aralık 2025, Perşembe