.: Ölen çocukluğumuzdu…

İstanbul’a yeni gelmiştik. Farklı olduğumuz dışarıdan belli oluyordu. Doğudan gelmiştik diye; mahallede kiminin ağzında “doğulu” olduğumuz, kiminin ağzında “Kürt” olduğumuz dolaşıyordu.

Arada Alevi olduğumuzu diyen de yok değildi…

Birlikte oynadığım çocuklar her kavga, her anlaşmazlık sonrası; “Kürt, kuyruklu Kürt” diyerek beni kızdırmaya çalışırlardı. Bazen büyükler de çocuklaşır; dövdüğüm oğullarının, saçını çektiğim kızlarının intikamını bu sözü söyleyerek almak isterlerdi…

Şimdi düşünüyorum da; evde konuşulan neydiyse onu gelip ispiyonluyordu çocuklar. Bazen kendilerini tutamayan büyükler de katılıyordu o kervana…

İnsan çabuk alışıyor, kendince bir direnç geliştiriyor. Aldırmıyor ve hatta bununla övünebiliyor.

Bu o kadar sık tekrarlanıyordu ki; aldırmıyordum artık. Kürt olmadığım halde; “Kürt” denmiş olmasına kızmıyordum. Yalnız kızdığım olmadığı halde, kuyruklu olduğumu söylemelerineydi.

“Kuyruğum falan yok. Nasıl uyduruyorlar böyle şeyleri” diye düşündüğümde; kıçımı açıp göstermek geliyordu içimden…

Çabuk geçiyordu öfkemiz.

Yeni bir oyun kurulana kadar sürerdi her öfke, her kızgınlık. Ama benimle aralarında bir mesafe hep olurdu, kendilerinden görmediklerini sezgi düzeyinde de olsa anlıyordum.

Onlardan değildim.

Çocukluk sabah yeli gibidir; gelir geçer. Anımsadığımızda yüreğimizin bir yerlerinde duyduğumuz, duyumsadığımız bir acı da olsa; dönüp baktıkça gülümseten anılardır daha çok.

Komşunun kırdığımız camıdır bazen, saçını çektiğimiz kızın gözyaşları ile annesine koşması, kaşını yardığımız arkadaşın küfrü, babasının akşama kapıya dayanmasıdır.

Çocukluk bazen kollarımızı açıp annemize kocaman sarılmaya koşmaktır. Seksek, saklambaç, uzuneşek ve birdirbir oynamaktır…

10583968_10154423531995364_3368504973018139682_nGöz açıp kaparcasına gelir geçer çocukluk, kapadım açtım gözlerimi; geçti, gitti çocukluğum…

Artık her an başını belaya sokmaktan korkamayan, öğrenmeye aç, dünyayı değiştirmek isteyen başında kavak yelleri, asi bir gençtim. Üstelik gerçekte kınında durmayan keskin bir bıçaktı. Onu kınında tutmaya çalışanların başı fena halde dertteydi.

Işıldayarak çıkıp kınındın, kesiyordu karanlığı orta yerinden bölerek. Bildiklerimi, öğretilenlerin hepsini ters yüz ediyor, öğretiyor, öğreniyordum…

Resmi tarih, okul ders kitapları; her şeyi bilen, her şeyimizi borçlu olduğumuz, önünde düğme ilikleyip eğildiğimiz kahramanlar yaratıyordu.

Biz o kahramanlar önünde düğme ilikleyip eğildikçe, asıl önlerinde eğildiklerimiz hep günün soytarıları oldu.

Onların dediği dedikti. Karşı çıkanı olsun istemediler.

Oyunlar kurdular, oyunlar bozdular

Biz dur demesini bilmediğimiz için, ölüyorduk. Ölen hep bizdik çoğalarak, bizim çocukluğumuzdu, onların kurup bozduğu oyunlarda.

Hasan KAYA
11 Eylül 2012 Salı