.: Suriye ve Ortadoğu Yeniden

Amerika Ortadoğu politikasını, özelikle de Suriye politikasını çoktan değiştirdi. Şimdilerde duyduğumuz ve en son Dışişleri Bakanın John Kerry’nın ağzından duyduğumuz Esad ile görüşmenin gerekliği, biraz gecikmeli gelen bir açıklama oldu.

Gelişmeleri biraz takip eden birinin bu değişim rüzgârının çoktan başladığını görmemesi olanaksızdı. Eğer bir görmeyen varsa o da kabul etmekte zorlandıkları ve iç politikada tükürdüğünü yalayanlar olarak görülmemek istemedikleri için; Erdoğan, Davutoğlu ve Dışişleri Bakanı Mevlutoğlu oldu.

Biz de bu politikacıları tanıyorsak, yakın bir gelecekte, bütün söylediklerini unutmuş, kollarını açmış Esad ile kucaklaşmaya hazır olacaklardır.

Esad’ın baştan beri destekleyenleri arasında İran, Rusya ve Çin’in olması bir şansıydı. Değişik uluslararası platformlarda hep desteklerini vermekten çekinmediler. Ancak yine de en büyük şansı bu ülkelerin desteklemiş olması değil, İsrail’in Esad rejiminin değişiminden korkması oldu.

Başlangıçta İran ile sıkı bir ittifak içinde olan ve Lübnan’da Hizbullah’ı destekleyen, Esad Rejiminin zayıflamasını kendisi için bir şans olarak gören İsrail, İslam Devletinin (IŞİD) hızlı yayılması karşısında daha fazla duramazdı. Bu yeni durum karşısında Esad Rejiminin zayıflamasını daha fazla beklemedi.

Ortadoğu da, İsrail faktörünü dışarıda bırakarak bir politika belirlemek pek mümkün gözükmüyor. Özelikle bu politika belirleme, İsrail’in komşuları söz konusu olduğunda hepten imkânsızdır.

Türkiye’nin hesaba katmadığı faktör bu oldu. Türkiye’nin, İsrail’i hesaba katmayan Ortadoğu politikası, İsrail’e rağmen başarılı olmazdı.

Olmadı…

İsrail için her şeyden önemlidir sınırlarının güvenliği. Mısır, Ürdün, Lübnan ve Suriye’nin iç politik hareketliği İsrail için bu yüzden de olsa hep önemli oldu. Lübnan’da Hizbullahın güç kazanmasını doğrudan kendisi için bir tehdit görüp Beyrut’a kadar girdiğini, Filistin ile yaşadıklarını bilmeyen yok.

Mısır devlet başkanı Enver Sedat ile, İsrail başbakanı Menahem Begin arasında, 12 gün süren gizli pazarlıkların ardından Camp David’de 17 Eylül 1978’de imzalanan ve ABD başkanı Jimmy Carter’ın gözetiminde gerçekleşen sözleşmeye Ürdün de katılırken, kimi itirazlarda bulunan Suriye bütün karşı çıkışlarına rağmen İsrail ile o tarihten bu yana bir çatışma içine girmedi.

Golan Tepelerinin işgali sürmesine rağmen iki ülke arasında kurulmuş olan bu saldırmazlık durumunun korunması İsrail için son derece önemli bir şeydi. Bunu korunması gerekiyordu.

Arap Baharı, Mısır’a ulaştığında, İsrail bu bahar rüzgârlarının ne yandan eseceğine odaklanmıştı. Çünkü Mısır’daki gelişmeler İsrail’in geleceğini ve güvenliğini doğrudan ilgilendirebilirdi.

Aynı şey Suriye içinde geçerli olan bir şeydi…

Her iki ülkede “Bahar” rüzgârlarının esmesine itirazı olmayan ve/veya öyle görünen İsrail, bu rüzgârların kendisini etkilemesine göre tavır alacaktı.

Öyle de yaptı…

Mısır’da Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmeleri İsrail için hiç kabul edilir bir şey değildi. Türkiye’nin Müslüman Kardeşlerle ilişkisinden de rahatsızdı.

Suriye’de daha radikal İslamcı grupların Esad Rejimi karşısında başarılı olmaları halinde kuşatılacağı gerçeğini gördüğü duraksamadan başlayarak Esad Rejimine el altından destek vermeye başlarken, batıyı da buna ikna etmeye çalıştı.

İslam Devleti’nin (IŞİD) Suriye ve Irak’ta işlediği cinayetler ve Paris, Charlie Hebdo dergisine saldırı batının kesin ikna edildiği dönüm noktası oldu. Bu aynı zamanda Suriye politikasında Türkiye’nin yalnızlaşması ve tükürdüğünü yalamasına giden yolun başında bulunduğu anlamına geliyordu.

Bunun için, 19 Şubatta ABD ile İslam Devletine (IŞİD) karşı imzalanan antlaşma, söylendiği gibi Rejimi, Esad’ı hedef alan bir anlaşma değil. Aksine Esad’ın iktidarda kalmasını sağlayacak bir anlaşma olarak işlev görecek…

Erdoğan hala, Emevi Caminde namaz kılmak istiyorsa, Esad ile birlikte saf tutarak o namazı kılacak artık.

Hasan KAYA

17 Mart 2015 Salı