.: Alevi düşmanlığının sınırı yok…

Herkesin açıklanan milletvekilli listelerini konuştuğu, seçmenin kendisini mecliste temsil edebilecek vekili aradığı bir ortamda, biz bu listeler üzerine konuşmak yerine, konun çokta uzağında olmayan, bir başka yanına dikkatleri çekmek istiyoruz.

Bilindiği gibi, Çağlayan Adliyesinde yaşanan ve Savcının ölümü ile sonuçlanan olaydan hemen sonra yaşanan gelişmelerin yankıları hala sürüyor. Yayın yasağı sonrası, bazı gazetecilerin cenazeyi izleme yasağı, gazetecilerin suçlanması ve haklarında dava açılması süreci izledi, ardından sosyal medyanın gün boyu kapatılması ile süren gelişmeler yeni bir boyut kazanarak hala sıcaklığını koruyor.

Hızla akan gündem içinde bazı gelişmelerin gözden kaçması, kaçırılma isteğiyle birleşince görülmemiş olması veya üzerine yeterince yazılmamış olmasını doğal karşılamak lazım. Ancak AKP medyası ve onun sosyal medyadaki uzantıları tarafından, yazılıp çizilenler yenir yutulur türden değil. Doğrudan Alevileri hedef alan suçlamalar, ağır itamlar asla kabul edilebilir ve sağlıklı bir aklın üretebileceği türden şeyler değil. Bu sağlıksız kafaların, Alevi düşmanlığının bir sınırı ne yazık ki yok…

Bu suçlamalar, bize AKP’nin ne büyük bir Alevi düşmanlığı içinde olunduğunu göstermekten başka, yaşanan bu acı olayı ört bas etmeye çalışırken, farkında olmadan üzerindeki sis perdesini aralama imkânı da veriyor. Bu yanıyla bakıldığında, Alevilere saldırı yeni bir boyut kazanarak olduğundan da anlamlı hale geliyor. Bu saldırgan dil, seçimlere dönük bir kutuplaştırma politikası olmanın çok ötesinde bir anlam taşıyor.

Şimdi bu duraksamada biraz soluklanıp eylemden kısa bir süre önce AKP yöneticileri tarafından yapılmış bazı açıklamaları anımsayalım. Özelikle Arınç; Alevi oylarını da alacak bir HDP’nin barajı aşacağından söz ediyordu. Bu salt Arınç’ın, bir öngörüsü değil, AKP’nin ve Erdoğan’ın çoktandır gördüğü uykularını kaçıran kork dolu rüyasıdır.

HDP’nin barajı aşması, AKP’nin anayasayı değiştirmesi, başkanlık sistemini getirmesinin engeli olmasının ötesinde, tek başına hükümet kurmasının da engeli olabilir. Üstelik bunun, sistemin dışına itilmiş, barışık olmadığı, Kürtler ile Alevilerin yakınlaşmasının sonucu gerçekleşmesi, AKP için çok kolay hazmedilir bir şey olmadığı açıktır.

Uzun iktidar sürecinde, devletle giderek bütünleşen AKP’nin, “istikrar” adı altında 12 Eylül yasalarına sıkı sıkıya sarılması, seçim barajını kaldırmaktan veya makul bir orana indirmekten ısrarla kaçması, giderek 12 Eylülün faşist siyaset yapma yöntemlerine ve diline sığınabileceğini son çıkarılan “İç Güvenlik Yasasıyla” gördük. Bu AKP’nin, HDP’in barajı aşmasını istemeyeceği çok açık.

Bu bağlamda, baraja rağmen meclise girebilecek olan, HDP’nin önünü kesmek için, geriye kalan yol ve yöntemlerin denenmesi, hiç de komplo teorisi sayılmaz. Devletin, geçmişten bu yana, bazı siyasal hareketler karşısında aldığı pozisyon, takındığı tavır ve yaygın söylemiyle o bildik “devlet refleksi” bu kadar bilinirken, olup bitene komplo teorisi demek bildiklerimizi yadsımak anlamına gelir.

O bildik “devlet refleksinin” açık ifadesi olan, Davutoğlu’nun art arda yapmış olduğu açıklamalar ve Erdoğan’ın taziye evini, miting alanına çevirmesi göz önüne alındığında, yaşanan bu korkunç olaydan beklentiyi de sır olmaktan çıkarıyor.

Bu yaşanan olay ve olayı gerçekleştiren örgütle Alevileri, Berkin Elvanı ve Gazi Olaylarını ilişkilendirmek, sağlıklı bir aklın ürünü olmadığından, bizim çözmemiz oldukça zor, kirli bir oyun üzerinden yapılan hesapların peşinde olunduğunu söylemekle yetineceğiz.

Kuşkularımızı ve kaygılarımızı sıralamanın dışında şimdilik, bir eylemin sağlamasını yapmaya olanak veren; “Bu eylemden kimler yarar sağladı ve/veya sağlamak istedi?” sorusunu kendimize ve okura sormakla yetineceğiz…

Hasan KAYA
08 Nisan 2015 Çarşamba