Atatürk’ün arkasına saklananlar…

Okula ilk gittiğim gün kalabalıklar içinde kendimle kaldım, anneme sokuldum. Okulun büyük bahçesinin en görünen yerinde o duruyordu. Sert bakışları ile hepimizi süzen bir hali vardı.

Eski okul binasının geniş kapısından içeri uzanan koridorda duvarlarda resimleri, koridorun sonunda ise bir büstü vardı. Yine karşılaşmıştık ve bu böyle sürecekti artık. Her gün sınıfta kara yazı tahtasının üzerinden bana bakacak, kontrol edecekti. Okumaya onun adıyla başladım. Korktum, sevdim, saygı duydum. Söz verdim, sert bakışları altında adına ant içtim…

Doğru, çalışkan olacaktım, büyüklerimi sayıp küçüklerimi sevecektim. Asla izinden ayrılmayacak mutlu olacaktım.

Okula giden her çocuk gibi benim de yaşamımda o yıllarda Atatürk, ayrıcalıklı önemli bir yer tutuyordu. O yaşlardaki bir çocuğa bu gün de sorsanız, babasının doğum gününü, doğum yılını bilmez ama onun doğum yılını bilir. Ve kargaları kovaladığından haberdardır.

Askeri okulda aldığı notları, girdiği her savaşı biliyoruz. Önce asker sonra siyaset adamı olarak onunla ilgili birçok şeyi ezberimizde… Ama bildiklerimizin ne kadarı gerçektir, onu ne kadar anlatır kimse emin değil.

Bir kitabın unutulan satır aralarında, bir belgeselin beyaz perdeye ard arda düşen karelerinde yeni bir şeyler öğrendikçe şaşırıyoruz. Ezberi bozulmuş çocuk gibi telaşa kapılıp neresinden yakalayacağımızı bilmiyoruz sözü. Kızıyor, öfkemizi saklayamıyoruz.

Doğrudur, yanlıştır çok da sorgulamadan, bize anlatılanlarla o her şeyin üzerinde bir yerde öylece dursun istiyoruz. Bir asker kıyafeti içinde dik ve mağrur, kürsüde hatip, tren penceresinde yolcu. Karatahta önünde başöğretmen, bir yontuda uzakları gösteren kahraman… Her yerde, bizden uzak, ama hayatımızın içinde…

Hiç kimse onun gibi olamaz. O, hiç kimse değil. Sevdiğimiz sarıldığımız bir yakınımız hiç değil. Olsun da istenmedi.

Nutuk, nutuk sıralı beklentilerinin; asla altından çıkılacak gibi değil. Onları yapabilmek için onun kadar olmak gerekirdi ama kimse o olamaz.

İzini takip etiğiniz kişiyi asla geçemezsiniz. Laf aramızda, ülke olarak neden geri kaldığımızı, biraz da bu “iz sürücü” olmamıza bağlıyorum. Öyle ki; kiminin işine geldi iz sürücü olmak, kimi yan gelip yatmaya hazır bahane etti ona yetişemeyeceğini…

Adını ağzında sakız edenler ondan en uzak kalanlar, gerisinde bir yerlerde duranlar oldu. O yaşlandı, gerisinde kalanlar yavaşladı. Onun kendisini geçmelerini, gerekirse eleştirmelerini isteyebileceğini nedense kimse akıl etmedi.

Yol onun, yola düşen iz onundu, o izi takip etmek yeterde artardı. Yeni bir yol yoktu, onsuz yarına çıkan sabahı gören, görmek isteyen olmadı.

Çok sıkışan adını ağzına pelesenk etti, kaşlarını yukarı taradı poz verdi. Ortalık kendi olmayı becerememiş, kargaları kovalamaktan söz eden Kemalist, Atatürkçü doldu. Her bayram yollara düşen, hiçbir ciddi işin uzundan uzanıp tutmayan, sıkıştıkça koşup atalarının ardına saklanan bayrakları elinde çocuktur bunlar.

Hasan KAYA