Reklamlar tüketim toplumunun en vazgeçilmez unsurlarından biridir. Bir yandan tüketimi alabildiğine körüklerken diğer yandan toplumsal gerçekliğimizi gözler önüne serer. Çıplak gerçekliğimiz saniyelerle ölçülen kısa film karelerinde kendisini gösterir.
Bir reklam vardı, hepinizin mutlaka bir şekilde izlediği: Çiklet çiğnerken yürüyemeyen insanlar yetkilileri göreve çağırıyorlardı…
İki işi bir arada yapamadığımıza çok çarpıcı bir örnektir bu.
Sakız çiğnerken yürümeyi beceremiyoruz.
Aslında böyle iki işi bir arada yapamadığımız birçok alan var. Örneğin yan-yana yürürken konuşmayı ve tartışmayı da beceremiyoruz.
Farklılıklarımızı yol boyu konuşarak yol almasını dün de, bu gün de becerebilmiş değiliz. Böylesi durumlarda, hemen yol ayrımı arayan bir yanımız var. Amiyane deyimle kirişi kırmayı seviyoruz. Bazen ayrı yürüme sevdasına olmadık zorlukları, haksızlıkları bile göze alabiliyoruz.
Yıllar sonra anlamsızlığını göreceğimiz uydurma gerekçelerle, birçok ilişki bu yüzden heder edilebiliyor. Anlık zordan kaçış, bizi onca emek verilerek oluşturulan değerler, kurulan dostlukların, arkadaşlıkların bir çırpıda feda edilmesine götürebiliyor.
Kişisel egoların doyurulmaz açlığını gidermek adına; her şeyden kolayca vazgeçilebiliyor. İdealler, inanılan değerler bir çırpıda ayaklar altına alınabiliyor.
İnsan rahatı sever, zordan kaçar.
İnsanın bütün çabası, daha iyi ve daha rahat yaşamaya indirgenmiş gibidir. Bu yüzden tercihlerinde de buna uygun davranır. Kendisine benzeyenlerle bir arada olma isteği, kendisi gibi düşünen ve kendisi gibi hareket edenlerden hoşlanması doğal görülebilir.
Ama ne ilginçtir ki; kendisine benzeyeni bulmak, kendisi gibi olanla olma isteği sadece bir istek olmanın ötesine geçemez. Çünkü her insan değişik nedenlerden dolayı detaya indikçe bir diğerinden farklıdır.
Bir birine en çok benzeyenler ikizler iken, onların bile farklılıkları olduğu bilinir. İlk bakışta bir birinden ayıramadığımız ikizlerle süren ilişkimiz içinde, birini diğerinden ayıran hem fiziksel hem de düşünsel çok belirgin özelliklerinin olduğunu görürüz.
Aslında her insanın farklı olduğunu biliyoruz. Değişik biçimlerde bunu ifade etmekten geri durmayız. Hatta farklılıkların olmasının gelişme, ileriye devinim için şart olduğu konusunda uzun söylevler verdiğimiz de olmuştur. Çünkü bu günümüzün sıradan bilgisi gibidir.
Tüm yetersizliğine rağmen sorgulayan eğitim süreçlerinden geçtik. Değişik Kitle İletişim Araçlarından etkilendik ve yaşamımızda, bu gerçekle her gün yüz yüze geldik. Bütün bunlara rağmen “monist” yanımız hep bizimle olur… Tekçi ve “bağnaz” olmaktan kurtulamayız…
Hayatın her alanında; siyasetten günlük yaşama, inançlara kadar her alanda “aynılar” arasındaki benzemezlik mutlaka olacak. Bunu aşmanın yolu da yok. Öyleyse birlikte yaşamanın altın kuralı, tüm farklılıklarımıza rağmen birlikte konuşup tartışırken aynı yolda “en olmaz” noktasına kadar birlikte yürüme becerisini göstermemiz olmalıdır.
Bir yerden başlayıp bunu öğrenmeliyiz.
Örneğin tartışarak aynı yolu birlikte yürüyebiliriz. Kol kola olmasa da yan yana durup, yan yana yürüyebilmeliyiz.
Ne dersiniz, denemeye değmez mi?
Hasan KAYA