Benim için öyle sıradan biri değildi ki. Nasıl derim “Öldü” diye. “Az sonra gelecek” der gibi “Bizden gitti” diyebiliyorum. Bazen de; sanki aklına esmiş, gözelerden uzak olmak istemiş, çekmiş gitmiş… ama çıkıp sağa sola baksam, arasam bulabilirmişim gibi; “Kaybettik” diyebiliyorum en fazla.

“Öldü… artık yok” diyemiyorum. Buna gücüm yetmiyor, gönlüm hiç kabul etmiyor. Akıl mantık ne derse desin…

Çünkü o hep burada, hiç bir yere gitmemiş gibi hep benimle, bende yaşıyor… Göz göze geliyoruz, her zaman yaptığı gibi gözlerini kaçırıyor benden. Son günlerde hep ona bir şeyler anlatırken yakalıyorum kendimi. Ne biliyim belki unutmuştur diye çocukluğunu anlatıyorum, sakin duru gülüşlerini, hastalandığında ne kadar nazlı olduğunu, canı yanmasın diye kardeşler hep birlikte bir birimize girdiğimizde, şakalaştığımızda nasıl uzak durduğunu. Arkadaşları içinde hep en sevilen olduğunu… Hiç kimseyi özlemediğim kadar onu özlediğimi bir de. Konuşurken sözcükleri itinayla seçiyorum, kırılır, kırarım, beni yanlış anlar diye ödüm kopuyor.

Bazen bahçede, evde eğilmiş bir iş yaparken, elleri cebinde tepemde dikiliyor, beceriksizliğinizi yüzüme vurmaktan özenle kaçınarak, bir iki tarif, yol göstermeden sonra dayanamıyor; “o öyle olmaz, bırak bir de ben deniyim” diyor.

Sonra nefes nefese çalışırken, bir yandan konuştuğunu nasıl yapıldığını, işin kolayını anlatıyor. Her şey bittikten sonra, “İşte bu kadar” derken hiç de o kadar zor olmadığını, boşuna zorlandığımı, istesem yapabileceğimi takılarak ifade ederken, ona hayranlıkla baktığımı görmenin verdiği mutlulukla, “Sen neden uğraşıyorsun ki bunlarla, çağır yeter” diyor.

O an, nasıl büyük bir sevinç yaşadığımı, ancak ona sarılarak anlatabilirim gibi geliyor bana. Kollarımı açıp sımsıkı sarılıp, kendime bastırırken; “İyi ki varsın” diyorum, içimden o becerikli ellerinden öpmek geçerken…

Düştüğüm yerden telaş içinde, “Abi… abi…” diyerek beni yerden kaldırması geliyor aklıma. Kendime gelir gelmez, gülümseyerek telaşını yenmesine yardımcı olmaya çalışıyorum, terlemiş anlını silip, o ip gibi çekilmiş kaşlarını düzeltirken.

Sahile her gittiğimde –ki her gün gidiyorum,- Denize atığım taşların hiç biri onun yüzdüğü uzağa gidip yetişemiyor. Köpüren suların arasında bata çıka bana sahile doğru yüzüyor, iyice yaklaşınca birden bire geri gidiyor, yeniden uzaklara, denizin mavisine kulaç atıyor.

Daha fazla dayanamıyorum, yürüyorum denize dönüp arkamı, koşup ansızın gelip yetişiyor bana, sessizce yanımda yürüyor. Ayak seslerini duyuyorum, ona özgü olan o ayak seslerini. Başımı biraz çevirsem nefes nefese, geniş anlında boncuk boncuk terler, gülüşünü göreceğim…

“Geldim işte” demeye hazırlanırken, uzak yollar yorgunu sesinden önce nefesini duyuyorum. Sebepsiz gitmelerine bahane üretmeden, üzmüş olabilmenin telaşıyla, özenli bir sessizliğe bırakıyor kendini yeniden. Adımlarımı küçültüyorum, yavaşlıyor ayak sesleri, nefesi şimdi daha düzenli, daha rahat, yürüyoruz.

Bir ara; “Neredeydin?” diye sormak geçiyor içimden, hemen vazgeçiyorum. Ne önemi var… burada şimdi.

Bir şeyler, bir şeyler anlatacak bana, nereden başlayacağını bir bulsa. Önce yine ben mi başlamalıyım yoksa. Telaşını bana geçirir, buğulanan gözlerimden bir sessizlik geçiyor. Dönüp, “özledim” diyerek kucaklamak gelir içinizden, dönmeye korkarak…

Hasan KAYA
30 Mart 2015 Pazartesi