.: Rojova’da Devrim mi oldu?

Kobani” diyor umut, sevinç kavgaya duyulan şevk var sesinde. “Bir devrim nasıl olur başka” diye sürdürürken sözünü birden duruyor. Onu onaylamamı bekliyor.

Belli belirsiz gülümsüyorum, görsün istemiyorum. Umutlarını elinden almaktan, şevkini kırmaktan, incitmekten korkuyorum.

“Kadınlar dövüşerek, savaşarak özgürleştiler” diye sürdürüyor benim bir şey demeyeceğimi görünce.

Gençlik böyle heyecanlı bir şeydi. Olmadık her şeyden heyecan çıkarmasını bilmekti o. Umutları diri, güçlü tutabilmek bir de…

Artık dayanamıyor farkındayım.

“Sen ne diyorsun Hocam?” diye pat diye soruyor. Lafı ağzımda geveliyorum. Onu incitmeyen sözcükleri nasıl bulacağımı bilmiyorum.

“Vietnam savaşını biliyorsun, yakın tarihin en uzun süren anti-emperyalist savaşlarından biridir” diyerek başlıyorum.

Genç çocuklardık, heyecanlıydık, sokaklarda meydanlarda; “Ho Ho Hoşimi, iki üç daha fazla Vietnam” diyorduk, yürüyorduk.

Vietnam ile ilgili ne bulsak okuyorduk, müthiş bir gerilla savaşı veriyorlardı. Sağlam kadroları vardı. Dirençli, kavgacı…

Edebi değeri az, daha çok propaganda niteliği taşıyan, ajite eden Vietnam romanları okuyorduk. O romanlarla oluşan bir sanat anlayışımız, bir estetik kavrayışımız şekilleniyordu, devrimci sanat, devrimci estetik dediğimiz. Bu kavrayış okunması gereken birçok yazarımızı küçük burjuva ilan etmemize, yıllar sonra okuduğumuzda şaşırmamıza, hayıflanmamıza neden olacaktı.

Şimdilerde boşa kaybettiğim zamanlardan sayarım ben o romanları okumayı. Neyse bu işin başka bir yanı, geçelim hemen.

Vietnam’da, önce Fransızlara sonra Amerikalılara karşı amansız bir kavga, çetin bir savaştı yürütülen. Binlerce kilometre tünel kazıldı, bütün dağlar, mağaralar, ormanlar, şehirler direndi.

Ağır işkenceler, katliamlar gördü Vietnam’ın devrimcileri. Şimdilerin moda deyimiyle diyelim; kızlı erkekli direndiler, savaştılar yendiler…

Kızıllar kazandı, Vietnam kurtuldu.

Amerikalılar kaçtılar. Evet, tamı tamına bırakıp kaçtılar. Çünkü yenilmişlerdi. Kızlı, erkekli o güç karşısında daha fazla duramadılar, bırakıp kaçtılar, arkalarına bile bakmadan.

Ama uzun sürmedi sonra yeniden geri geldiler.

Bu sefer topları, tüfekleri, tankları, Nepal bombaları ile gelmediler, sermayeleriyle geldiler. O topların, tüfeklerin vurduğu gerillaların çocukları, torunlarını ucuz iş gücü yaparak, sermayeleri ile sömürerek vurmaya geldiler…

Bu tekil bir örnek değil.

Daha çoğunu saymak mümkün: İkinci Dünya Savaşı, İtalya’da Partizanlar savaşıyor; Ciao (Çav) Bella diyor…

Yunanistan’da farklı değildi o günlerde.

Kadınlarda savaştılar, kadınlarda dövüştüler, işkenceler gördüler, öldüler.

Vietnam’da ulusal kurtuluş gerçekleşti, İtalya’da faşizm dize geldi, ayağından astılar Duce Benito Mussolini’yi…

Hitler kafasına sıktı kurşunu korkusundan.

Şimdi aklıma geldi; gençliğimi etkileyen romanlardan biridir; “Seni Halk Adına Ölüme Mahkûm Ediyorum” romanı. Bulgar komünist Mitka Grıbçeva’nın kaleminden çıkan bu romanı o günlerin heyecanı ile bir solukta okuduğumu anımsıyorum şimdi. Kendi yaşamını, bir kadın gerillanın zor yaşamını, kora kor mücadelesini anlatır bu roman.

Sonra Nazım Hikmet’in “Kadınlarımız” diye başlayan o en çok okunan, en bildik şiirlerinin anlattığı, kadınların bu toprakların kurtuluşundaki rolleri, onların o çabası olmadan bir savaşın, bir kurtuluşun gerçekleşme şansının olmayacağını gösterir bize.

Kadınlar hep savaştılar, kadınlar hep omuz omuza dövüştüler erkek yoldaşlarıyla. Ama kurtuluş sonrası, o omuzlar bir daha değmedi bir birine, biraz uzak kaldı, biraz yalnız…

Hepsi de devrim dediler savaşımlarına. Kimi yerlerde “sosyalizmin inşasına girişiyoruz” dendi, kollar sıvandı.

Esaretten her kurtuluş, ne kadar devrimse o kadar devrimdi hepsi. İşgalciden kurtuluş ne kadar kurtuluş, ne kadar devrimse hepsi de o kadar devrimciydi…

Kazanılan zaferleri büyütmek, gidilecek uzun yolu gözden yitirmeye neden olur çoğu kez. Bu da her seferinde kadınların, ezilen, sömürülen sınıfların kaybı demek olur. Kurtuluş destanları, yaratılan “kahramanlar”, devrimci önderler, liderler; destansı bir söyleminin gölgesinde kadını, ezilen, sömürülen sınıfları görünmez kılar.

Rojava’nın kurtuluşu, Kobani’de tanığı olduğumuz o çetin, amansız savaş, kadınların, ezilen, sömürülen sınıfların kazanımlarıyla devam ettiği zaman devrim olmayı hak edecek.

Zorba, zalim bir iktidarın devrilmesi, bir sömürgecinin, işgalcinin yurttan sökülüp atılması hiçbir zaman, hiç bir yerde tek başına devrim olmadı, olamaz.

Hasan KAYA
12 Mart 2015 Perşembe