.: Demlenmiş hayatlar…

Hayatı, her eli kalem tutan bir şeye benzetir ve ben hep şaşarım bu benzetmeleri okudukça. Senin hayatı çay içmeye benzetmen gibi. ”Hayat, demi tutmuş içmeye hazır bir çaydır” demen aklıma geliyor.

Neden çay diye sormama fırsat vermeden başlamıştın anlatmaya. Elindeki çay bardağını kaldırıp bakarken sanki ona konuşuyordun.

Hayat çay gibidir, dem tutmadan yaşanmaz. Bu güzelim ince belli bardağa erken doldurulan çay tatsız olur, sıcak az şekerli bir su… Ancak çok bekletirsen de, ağızdaki acılığın nedeni olabilir.

Çay içme alışkanlığın ile yaşama biçiminin benzerliğini o an anlamıştım. Ben ikinci bardağı içerken sen hala birinci bardağını bitirmemiş olurdun. Bardağı kaldırıp bakman da gözümün önüne geliyor. İnsanın, yaşadığını görmek isteği gibi bir istekle bardaktaki çaya baktığını anımsıyorum şimdi.

Düşündükçe daha çok hak veriyorum. Çay kaldıkça koyulaşır acımtırak bir tat alır, içmesi zorlaşır. Yaşamakta geciktiğimiz şeyleri yaşamanın zorlaşması gibidir. Demi tutmamış çay da erken doğumlara benzer, sofrada kalma şansı az olur.

“Doğuluların çay tutkusu, yaşamı daha derin yaşamasını bilmelerinden mi bilmiyorum” diye eklediğinde, ben de hemen aceleyle atlayıp, İngilizler de çay içmeyi sever, oldukça da tiryaki olurlar demiştim.

Yine her zaman yaptığın gibi itiraz etmeden önce gelen o gülümsemeyle karşıladın beni. Yolumu kesmek gibi bir şey bu yaptığın… Sözüm bitmese de dururdum ve ne diyeceğini merakla beklerdim.  Neyse ki çok beklemeden devam ederdin.

Doğuluların küçük bardaklardan çay içme alışkanlığına karşın İngilizler ya koca fincanlar kullanır ya da koca bardaklardan çay içerler. Bu çok büyük bir ayrım olması bir yana, çayı bizdeki gibi demleyerek içen pek az olur. Belki de İngilizlerin koca bardaklarda soğutarak içtikleri çayla, soğuklukları arasında bir bağ vardır. Ya da bizim, çayın sıcak içilmesi için küçük ince belli bardaklardan içmemizin, sıcakkanlı oluşumuzla bir ilgisi…

İnsanların alışkanlıkları ile yaşam tarzları arasında bir bağ olması çok doğal ve belki de haklıydın. Çayı yapma ve içme biçimlerimiz ile, yaşamlarımız ve alışkanlıklarımız ötüşüyordur.

“Çok çabuk öfkelenmemiz de harlı ateşe konmuş fokurdayan ve kısa sürede buharlaşan suya benziyor olmalı.” deyip birden durmuştum. Hoşuna gitmişti benzetmem. Ne diyeceğini merak ediyordum. Her şey için mutlaka bir şey demene rağmen o an susmuştun. Uzanıp bir çay daha doldururken…

“Çok doğru, haklısın, öfkemiz de yüksek ateşe konan, tez kaynayıp fokurdayan su gibidir… Çabuk kaynar, tez buharlaşır. Kim bilir yağmur olup ne zaman kimin için yere iner…” demenle telaşlandım.

“Bu çok tehlikeli” diye söylendim aklımda son gelişmeler, öfkeli kalabalıkların sağa sola saldırması…

“Öyle, salt su kalmış, kirlenmiş hayatların ateşini kim harlarsa onun için fokurdayıp kaynarlar ‘bereket’ olur ona yağarlar”  deyip sustun.

Bu susmalarını da çok iyi biliyorum. İçine, derine yeni bir yolculuk başlıyordu, kendinde kaybolmaya hazırdın. Seni bu yolculuklarında yalnız bıraktığım için hep üzülsem de, dönüşünü beklerdim dört gözle. Bu beklemelerin en güzel yanı seni özlemekti…

Hasan KAYA
 14 Nisan 2005, Bir Gün Gazetesi