Türkiye sağının, iktidarda demokrasiyle ilk imtihanı…

Türkiye’de 1923’ten 1946 yılına kadar tek parti dönemi yaşandı. Bu dönem içinde ilki 1924, ikincisi 1930’da iki kez çok partili demokratik yaşama geçme denemesi yapıldı. Bu denemeler için kurulan/kurdurulan partiler kısa zamanda seçime gitmeden kapatılarak yöneticileri çeşitli cezalara çarptırıldı. 1930’dan sonra iktidarı elinde bulunduran Cumhuriyet Halk Partisi ile devletin iç içe girdiğini görüyoruz. 1937 yılında parti ilkeleri (altı ok) anayasaya girince bu süreç doruk noktasına ulaştı.

1946’da durum çok farklıydı. İkinci paylaşım savaşı sonrası dünyasında artık iç dinamikler kadar dış dinamiklerde önemli olmaya başlamıştı. Daha çok dış etmenlerin dayatmasıyla çok partili siyasal yaşama geçmek zorunda kalındı. CHP’nin çok fazla bir seçeneği yoktu. Özelikle, İnönü ikinci dünya savaşında denge ve savaştan kaçış politikasıyla, Mihver devletleri ile Müttefik devletlerini dengede tutmayı başarmış ama, ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranmıştı. Savaşın galibi Müttefik devletler tarafından gelebilecek baskılar, Almanya’ya yapılan yardımlar, Almanya’dan gelen Yahudi altınları her an sorun çıkarabilirdi. Bunu gören İnönü çok fazla direnmedi.

Bu koşullar altında artık çok partili siyasal yaşama geçmenin zamanı gelmişti. Çok geçmeden, 7 Ocak 1946’da DP kurularak Türk siyasal hayatında yerini aldı. 1946 seçimlerinde beklenen başarıyı gösteremeyen DP, 14 Mayıs 1950’de 27 yıllık tek parti dönemini sona erdirdi. Demokrat Parti’nin (DP) iktidara gelmesiyle Türkiye tarihinde önemli bir dönüm noktası yaşandı. Her şey bir yana, halk ilk kez seçmen olarak kendine yakın adaylara oy verdi.

DP milletvekilleri tek parti döneminden farklı olarak daha genç, yerelden, seçim bölgeleriyle ilişkileri olan, daha az üniversite mezunu, ticaret veya hukukla uğraşanlardan oluşuyordu. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile olan en çarpıcı farkı bürokratik veya askeri geçmişe sahip milletvekili adaylarının neredeyse olmamasıdır.

DP iktidara gelir gelmez CHP’nin devlet üzerindeki etkisini ve iç içe geçmişliğini kırmaya çalıştı. DP eski yönetimden devraldığı bürokrasi ve ordu mensuplarına hiç güvenmiyordu. İlk iş olarak, eski kadroları denetimleri altına almaya çalıştırlar. Başarılı olmadıkları alanlarda kendi kadrolarını göreve getirme yolunu gittiler. DP arkasına aldığı halk desteği ile bürokrasiyi ve orduyu denetimi altına almaya çalışırken çok geçmeden ipin ucunu kaçırdı, giderek tek parti dönemi CHP’sine benzemeye başlayarak, devleti ele geçirmeye başladı.

Bir süre sonra CHP’nin malvarlığına, İş Bankası Hisselerine el koyması, Millet Partisi’nin kapatması ve Kırşehir’i ilçe yapması bardağı taşıran adımlar oldu. Bu hamleleriyle muhalefet ile arasındaki gerginliği tırmandırdı. Toplumu kutuplaştırarak muhalefet üzerinde baskı kurmaya çalıştı.

Muhalefete baskı, Millet Partisi’nin kapatılmasıyla zirveye çıktı. Millet Partisi DP’den ayrılmış, 1948’de kurulmuştu. Kongreden sonra, bazı yöneticilerin, Atatürk’ün kabrine çiçek koymayı reddetmesi üzerine başlayan tartışma, daha muhafazakâr bir tabana sahip olması, dinci, irticayı faaliyetler içinde olduğu ileri sürülerek kapatıldı. Ancak, DP için durum biraz daha farklıydı. Millet Partisi esas olarak, DP tabanından oy alarak iktidarı zayıflatacak bir siyasal çizgi ve sosyolojik tabana sahipti. DP iktidarda güç kaybetmek istemiyordu, 8 Temmuz 1953’te Millet Partisi’nin iticiyi faaliyetler içinde olduğu ileri sürülerek kapatıldı.

Menderes, 9 Temmuz’da DP grubunda yaptığı konuşmada, bu konuda hükümetinin haklılığını savunduktan sonra bundan böyle Halk Partisi’ne karşı hiçbir müsamaha göstermeyeceğini söyleyecekti. Hiç yabancısı olmadığımız bu söylem CHP ile sınırlı kalmadı. Toplumun belli kesimleri, özelikle azınlıklar hedef gösterilerek toplumdaki kutuplaşma da diri tutulmaya çalışıldı.

Millet Partisi kapatıldıktan sonra onun yerine, Cumhuriyetçi Millet Partisi’ne oy veren Kırşehir ilçe yapılarak Nevşehir’e bağlandı, halk cezalandırıldı. Oysa 1954 seçimlerinde Demokrat Parti, oyların yüzde 58,4’ünü alarak 503 milletvekili, Cumhuriyet Halk Partisi %35,1’lik oranla 31 milletvekili, Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) 5 milletvekili çıkarırken, 2 kişi de bağımsız olarak toplam 541 milletvekili seçilmişti. DP seçimin açık ara galibiydi. Oylarını artırmış, meclisin büyük çoğunluğunu elinde tutuyordu. Bu oyunu tek başına kurma ve oynama rahatlığı veriyordu. Üstelik artık bu oyun, demokratik olmak zorunda da değildi. DP, Türkiye sağının bir klasiği olacak, seçmen desteğini arkasında hissettiği her seferinde demokrasiden vazgeçilebileceğinin ilk denesini yapmaya hazırlanıyordu. Daha sonra bir konuşmasında İnönü, DP’nin 1954 ile 1960 arasında yaptıklarını iktidardan gitmememe arayışı olarak değerlendirecekti. 6428 sayılı kanun ile seçim kanununda değişiklikler yapılması da bu çabanın bir parçasıydı. Basın, siyasi partiler ve bürokratlar üzerinde baskıyı artırmaya başlaması da aynı amaca yönelik girişimlerdi.

DP iktidarı için bir başka rahatsızlık kaynağı da üniversiteler olacaktı, öğretim üyelerinin fiili politika üzerine görüş açıklamalarından rahatsız oluyordu. Bu da engellenmeliydi. Üniversite yönetimi Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlanarak hükümetin denetimi altında tutulmak istendi. Hükümeti eleştiren dört profesör bakanlık emrine alınarak etkisiz hale getirilmeye çalışıldı. Bu arada basınla da ara bozulmuştu. Çıkan haberlerden, yapılan yorumlardan rahatsız olunuyordu. Basın kontrol altına alınmalıydı. 9 Mart 1954’te yayın yoluyla suç işleyenlere, ağır cezalar getiren yasa meclisten çıkmış; DP “devletin siyasi ve mali itibarını sarsan yayın” adı altında yeni bir suç çeşidi uydurmuştu. İktidar yanlısı gazeteleri maddi olarak destekleyecek formüller bulunurken muhaliflere devlet ilan ve imkânları kullandırılmamıştı. Baskılar, gerginlik politikası, toplumu kutuplaştırma, 6-7 Eylül 1955 olaylarının yaşanmasına kadar vardı.

Uygulanan baskılar, seçim kanununda yapılan değişiklikler DP’nin beklediği sonucu vermedi. 1957 seçimlerini kazanmasına rağmen güç kaybetti. Devletin bütün olanaklarını sınırsız kullanması beklediği sonucu getirmedi, oyları yüzde ellinin altına düştü.

Seçimlerden büyük gerginlikle çıkma, ekonomideki kötü gidiş bir çok tüketim maddesinin bulunmaz olması, iktidarın dışarıdan kredi arayışlarının başarısız olması, hükümeti panikletmeye yetmişti. Sorunları aşmanın yolu olarak seçilen yol bir kez daha gerginliği tırmandırmak ve muhalefeti (CHP) suçlamak ve şeytanlaştırmaktı. Hükümet kötü gidişi durdurmak, muhalefeti raptı-zaptı altında tutamak için, “Vatan Cephesi” adıyla sivil bir örgütlenme oluşturdu. Ardından muhalefeti baskı altına almak için, 28 Nisan 1960’ta iktidar, Meclis’te bir “tahkikat komisyonu” kurdu.

DP milletvekillerinden oluşan bu komisyon muhalefetin faaliyetlerini soruşturmak için geniş yetkilerle donatıldı. Bu komisyonun kurulması bazı hukuk profesörleri tarafından eleştirildi, Anayasaya aykırı bulunduysa da pek kulak asılmadı. Büyük şehirlerde öğrenci gösterileri başladı. Hükümet gösterileri bastırmak için asker kullandı ve üniversiteler kapatıldı. Türkiye sağının iktidarda demokrasiyle ilk imtihanı başarısız olmuş ve istenmeyen acı sona doğru dolu dizgin gidiyordu…

Menderes 25 Mayıs’ta Tahkikat Komisyonun Çalışmalarını zamanından önce tamamladığını ve sonuçların yakında açıklanacağını açıkladı. Bu komisyonun CHP ile ordu arasındaki ilişkileri soruşturuyor, CHP’nin kapatılmasına kadar gidecek bir süreci başlatıyordu. Ancak, Menderes açıklamaya fırsat bulamadan 27 Mayıs 1960’ta ordu darbe yaptı. Sabahın erken saatlerinde Ankara ve İstanbul’daki tüm hükümet binalarına el koydu. Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar dahil bütün DP’li bakan ve vekiller tutuklandılar. Çok geçmeden Yassıada’da “Yüksek Adalet Divanı” adlı özel bir mahkemede yargılandılar. DP yöneticilerinden on beşi için ölüm cezası verildi. Celal Bayar yaşlılık nedeniyle bağışlandı. Eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Başbakan Adnan Menderes idam edildi.